Şiir - Radyo - Forum - Güncel Haberler - Üyelerimizin Şiirleri...     sonkale2008 

 


 
Ana Sayfa
Anket
SiiR
Üyelerimizin Şiirleri
Forum
Radyo
İlginç Bilgiler
Ziyaretci defteri
iletişim
 

Ahmet Erhan


Ahmet Erhan


Ağaç

Bu şiire girmek için
yıllarca bekledi
şu yaşlı ağaç.
Kimse onu anlamadı.
Yanından geçen
birini görünce
usulca kımıldanmasını bile
bir şeylere
yormadı...
Yolun kıyısında duran
yapraksız, tozlu ağaç
işte bir şiire girdin.
Artık yalnızca
bir ağaç
değilsin.

Ağıt

Çiçekçi bana bir gül ver
sevgilime değil bir ölü için
Çiçekçi bana bir gül ver
İçine gözyaşlarımı sığdırabileyim.

Yakasına böyle bir gül takmıştı
O gün bir görseydin sen onu
Çiçekçi bana bir gül ver
Sanki o güldendi bütün mutluluğu

Sen de: - Bir arkadaşın öldü
Ben diyeyim: - Kardeşim!
Çiçekçi bana bir gül ver
Götürüp tabutuna iliştireyim.

Kaldırımlarda kömür tozları
Bacalarda koyu bir duman var
Kara bir gökyüzü tek özelliği bu kentin
Çiçekçi bana bir gül ver

Kapalı perdeleri açabilse gülüm
Kapalı kapıları kırabilse
Kapalı yüreklere girebilse...
Çiçekçi bana bir gül ver

- Beyim, gül olmaz ki bu mevsimde!


Akşam

Nereye gitsem, hangi boylama sığınsam
Bir kentin kenar mahalleleri gözlerin
Ne kadar bulvarlara yerleştirsem de anılarımı
Sensin, kendinden öte bir şeysin
Bence biraz daha uzatmalısın saçlarını
Bir yaprak fırtınasında usulca rakı içeyim
Anladım, Adı niye akşamsefası bu çiçeğin...

 

Akşam Güneşi

Hayatım temsili bir yenilgi gösterisidir
Okulu seven çocuklara bıkkınlık getiren
Yağmurda yalnız kalır, seyircisi yoktur
Onun için yaşamak alelade bir lükstür

Rüzgara karşı kalem oynatır hayatım
Damla damla büyür beyninde bir gül
Bir şiirdir ve hiç de kötü değildir
Dizeleri birbirine iteleyerek geçer

Sararmış bir devrimci fotoğrafıdır hayatım
Genelevi bulamayan yeniyetmeye benzer
Yalnızlığı yalnızlıktır ve çok sıradandır
Her hafta sonu annesini görmeye gider

Kartpostal görüntüleri ile intihar eder
Donar kalır bir aynada eli yüzü çıplak
Altıncı filo gibi bir şeydir, isyanlar bastırır
Yasaktır elini koynuna sokmak yasaktır

Sonuçta bir hayattır,naftalinler kullanır
Parası çıkmazsa gider sakal bıyık bırakır
Sevgilisi yoktur ve artık sevgisi de yoktur
Radyoda söylenmeyen bir ölüm sessizce kepenklerini kapatır...

 

 

Anne

Bırak kalsın masada ekmek
testide su
Ayna puslu, pencere camı kirli
Bırak kalsın saçların dağınık,
gözlerin uykulu.
Saksıdaki çiçek susuz, kedi
yalını bekler bir köşede
Bırak kalsın meyve ağaçta,
kırlangıç havada
Dama düşen ince bir yaz yağmuru...
Yoruldun artık, bütün gün
didinip durdun
Toprak bile, gök bile, deniz bile
bir yerde yorulur
Bırak kalsın süpürge duvarda,
sabun kovada
Anne, gel yanıma otur.

 

At, Avrat, Silah

Atım öldü. Avradım beni sevmiyor. Silahım suskun
Sırtımdan kaç güneşi aşırtarak yürüdüm. Yok.
Damarlarımdaki alkollü kolonyayla sildim.
Yok. Yükseklik korkumu dirseğimle dürterek
Kentin bütün üstgeçitlerinden geçtim
Evlerde kabuk bağlayan yaralarımı dışarıda rüzgar örseliyor

Atım öldü. Avradım beni sevmiyor. Silahım suskun
Yok. Sevgilim. Olamadım. İçkilere daha bir dadandım
1182734. Mesai saatlerinde aranılacak. Yok.
Artan her günüm sanki ölüme ekleniyor...

Atım öldü. Avradım beni sevmiyor. Silahım suskun
Kiraz dalına asılmış bir mendil gibi kaldım
bekliyorum tarihin kaçınılmaz fırsatlarını
Yok. Sevgilim. Duasız bir din arıyorum. Yok.
Leyli bir uyku. Alnı örselenmemiş bir insan
Gece yatıya gelen bin bir umut. Gündüz giden bir ehli müslüman
Yağıyorum durup durup bütün yağmurlarımı

Türklerin anayurdundayım. Yalnızım. Alkol. Yok.
Savunduğum herşeyin savunmaya geçtiği. Tanrım
Yok. Boğulsam cezir oluyor, yaşasam med.
Artık evcil olan kelimeler aranıyorum;
Oda. Pipo. Kitap. Çocuk. Ev. Aile. İş. Otobüs.
Atım öldü. Avradım beni sevmiyor. Silahım suskun

Ancak otuzüç gün üç gece ağlasam avunurum
Yok. Küçük Asya'dayım. Ninem Rum. Dedem Yüzbaşı.
Kanım A Rh pozitif. Çok bira içince negatifleşiyor.
Yok. Sevgilim. Bilemedim iki taşı çatıp bir yapı kurmayı.
Atım öldü. Avradım beni sevmiyor. Silahım suskun

Kanım çekiliyor dünyayı böyle düşündükçe
Yok. Sanki durup dururken saçlarım seyreliyor.
Sıcak oldu. Genleştim. Konformist filan oldum.
Yenik bir hayvan büyütüyorum koynumda. Yok.
Atım öldü. Avradım beni sevmiyor. Silahım suskun

At. Avrat. Ve silah. Su. Ateş. Ve toprak.
Bütün dinleri böyle kandırarak dinimi buldum
Öldüğüm gün davula üç kez vurulacak. Tören. Yok.
Kalbim. Bir ayrılığı çalıyor kampana. Tren.
Yok. Seni istasyonlarda kaç kere öptüğümü sayamıyorum
Atım öldü. Avradım beni sevmiyor. Silahım suskun
365'le 35'in çarpımı neyse ona göre kurdum kendimi
Ondan ötesini ister eksilt ister çoğalt

Devrim misin nesin ver artık şu adresini. Yok.
İnkılap! İnkılap! İnkılap! İnkılap!

 

Bekar Gece

Tarık Savran'a

Gökyüzü dondu, günler seçilmiyor
Yağmur değil, kar değil, yapışık bir sıvı
Akıyor pencereme doğru
Gökyüzü dondu, kimseler gelmiyor
FM 1295 kilohertz
Burası yalnızlık istasyonu

Aradığım bu değildi, aradığım bu değil
Nemli ilişkiler... değildi belki de hiçbir şey
İyi oldu, çok iyi oldu
Dünyayı bu kusmuk tadında algıladım o kadar
Ama anlayamadım
Neden bana kopçalandı bu keder

Herşey dondu, bütün dostluklar
İçkilere buz arandı durdu
Yalnızlık mıydı, hiç değildi
Çünkü yalnızlık bile çoğulluk ister

Bekar gece
Bu şiir senin ilk ve son konuğundu
Evet, yalnızlık bir seyirlik oyundu
Seyircisi yoktu...

 

Benimle Büyüyenler İçin

Yağmurlar da diner moruk
Gökyüzüne bakmayıveririz bir gün
Zaten üç damla suyun bir avuç toprakla çarpımından
doğdum ben
Bunun için çamura kestim son günlerde
Sen hiç Bob Dylan dinledin mi
Hiç dün gece dinledin mi
Şarabı rakıyla karıştırıp
Saatler moruk saatler... ne olmuş saatlere
kurmayıveririz bir gün
Ben parmak hesabıyla bir ömür yaşadım
Yükseklik korkusundan başım hiç dik durmadı
İğreniyorum kendimden bile bazan
Dünyadan her zaman

Kaldırıp yakamı inerim gecenin ayıp yerlerine
Eve geç gelen adamların hüznüyle
Biz ne kötü yaşadık be moruk
Bir kuş kanatlarını dürünce rüzgarsız kalmak gibi
O kadar yalnız, o kadar umutsuzduk
-Geçmiş zaman kipi gitmedi burda ama neyse

Moruk diyorum artık benimle büyüyenlere...

 

Bir Baba İçin I

Odamın ışığı yanıyor bütün gece
Ellerimi dizlerime koyup, ikibüklüm
bir olağandışılık arayarak
Gördüğüm, duyduğum her şeyde
Öylece oturuyorum:
Güneş parmaklarını sürünceye dek
Koyu bir karanlığa
Bulanmış pencereme...

Bir gece kelebeği
Dolanıyor lambanın çevresinde
Usuldan bir rüzgar esiyor
Yaşlı incir ağacının dallarına yürüyen
Sütün sesini duyabiliyorum
Deniz az uzakta
İç geçiriyor boyuna.

Seninle konuşurduk baba
Böyle gecelerde, iki bilge gibi
Karşılıklı bakışarak
Bazı şeyleri kavrayamasam da, dinlerdim
Belki sen de yeni bir şeyler bulurdun geçmişte
O dupduru yüreğini, yılların
Unutulmuş sularına bırakarak.

İşte bir minder daha koydum yanıma
Henüz sıcak
Sanki yeni kalkmışsın üstünden
Terliklerin şuracıkta, getireyim
Çayı da ocağa koyarım istersen.

Annemse haber bekliyor ruhlardan
Namaz kılarak, tesbih çekerek
Sen olsan
Gülerdin bıyık altından
-Ben gülemiyorum baba!
Ama bir insanı yüreğinde duymak için
Araya bazı kurallar
Koymaya ne gerek var
Anlayamıyorum, eğilip kalkmaya
Dualar okumaya?

 

Bir Baba İçin II

Ağır aksak adımlarla yürüyen gece
Bana bir şeyleri anımsatıyor
Boynu uykudan arasıra düşerek
Pencerenin kanatlarına yaslanmış bir anne
Kuytu, karanlık bir yolda
Kocasının ayak seslerini arıyor
Bir çocuk, sedirin üstünde
yüzünü ders kitabına gömmüş
Saate bakıp, geceyi dinleyip
Kitabından bir yaprak çeviriyor.

Sessizliğin sığınaklarına gömülmüş evlerde
Yanan tek tük ışıklar var
Bekçi düdükleri
Birbirlerine selam yolluyor
O daracık sokakların ardından:
Bir vukuat yok
Asayiş berkemal!

Sokakta biri bağırsa
Sanki tavan çökecek
Kadınla çocuğun üstüne. . .

Bu sokak ne zaman çınlar
Belli belirsiz ayak sesleriyle?
Bu kapı ne zaman çalınır?
Anne, görevini yapmış biri gibi
Usul usul kalkar yerinden
Çocuk ne zaman sıçrar?

Açılır kapı, girersin içeri
Yüzünde sarhoşlara özgü
Tuhaf bir gülümseme
Kaldırıverirsin omzuna beni
Sorarım: Baba niye geç kaldın böyle?
Eski bir türküyle
Kesersin sözümü...

 

Bir Baba İçin III

Pijamalarını giydirdik
Sigaralarını, çamaşırlarını, terliklerini
Doldurduk bir çantaya
Saate baktım: Sabah yedibuçuk
Gözlerini tavana dikmiş öylece duruyordun
Arasıra bakışların
Usulca kayıyordu bana
Ben henüz öğrenmemiştim
Hasta babayı üzmemek icin
Gülümser görünmeyi..
Kardeşlerimin ağlayışlarını duyuyordum
Yandaki odadan
-Sen de duyuyordun
Bir şeyler söylemek istedin, konuşamadın
Bir yudum su içtin
İskemlenin üstündeki bardaktan
Sonra sessizce devirdin başını yastığına
Göstermek istiyordun sanki
Çok önceden öldüğünü..

Az sonra anıiden patladı kapıda
Bir cankurtaran düdüğü...

Akşamdır. Güneş uyuklar evlerin çatılarında
Tasını tarağını toplayıp
Gitmeye hazırlanan
Bir gezgindir sanki
Hoşçakal demek için son bir kez uzanır
Gözlerini uzaklara bağlayıp
Pencereden dışarı bakan çocuğa.

Akşamdır. Babalar ellerinde ekmeklerle
Yürürler kaldırımlarda.
Genç bir oğlan
Ağacın altında şiir okur sevgilisine
Camları titreterek
Bir kamyon geçer sokaktan.

Akşamdır. Çocuklar el ele tutuşup
Dönerler artık okullarından...

...Çalar kapı
Görünür annenin sapsarı yüzü
Binlerce kanadı kırık kuş o sıra
Uçmaya calışırlar kentin üstünde
Bağırırlar:
-Baba öldü!

 

Bir Baba İçin IV

Baba bana yürüdüğün
O yolları göster
Baba bana dünyanın
Yüreğine inen geçidi

Baba durursam azarla
Tökezlersem kaldır beni

Toprağa süre süre
Arıttım yüreğimi
Ellerim kanıyor bak
Isırganlar yolmaktan
Sesim nasıl da kısık
Nehirlerin kaynağında
Durup da bağırmaktan

Baba bana yaşamın
Çekirdeğini göster
Baba bana bu yolun
Sonundaki çiçeği

Güneş giriyor koluma
Ömrüm çağırdı beni
Bu yolda yürürüm ben

Baba şarkılarıma küfret
Bir gün eğer dönersem

 

Bir Baba İçin V

Senin düşlerin baba, bende
Bir ad buluyor kendine
Birbiri ardına ekleniyor sözcükler
Nemli duvarlarında kentin
Deniz köpüğü ve tuzdan dilleriyle..

Senin bakışların baba, bende
Sürüyor, filizleri gibi mutsuzluğun
Uzaklara bakan binlerce göz
Ufkun ardını kolluyor boyuna
Güneşin vurulduğu yerde boynunun.

Senin ölümün baba, bende
Bir anafora kapılarak
Yeniden doğuma dönüşüyor
Köklerini toprak altında saklama
Baba, oğlun daha yaşıyor...


Bir Baba İçin VI

Bu şiirleri toprağa gömeceğim
Sözcükleri tohum olacak
Çiçekler fışkıracak topraktan
Sevgilerin dal olacak baba
Uzanacaksın uzaktaki bir ışığı yakalamak için
Işık köklerine dolacak bir gün
Yorgunluğun o çiçekleri sulayan
Koca bir nehir olacak
Baba, acıların sürgün...

 

Bir Gün Bütün Aynaları

Yüzü gitgide suya dönüşen kadınım
Bir iğne, bir iplik kaldık şu dünyada
Ancak birbirleriyle bütünlenebilen...
Düşün ki, senin bütün adlarını söylesem
Doğa ayaklanır, koşarak gelir yanıma
yüzü git gide suya dönüşen kadınım
Benzedik birbirine bakan iki aynaya

Yaşamak güzel, yaşamak güzel, yaşamak
Artıları, eksileri yitirsek de boyuna
Kör bir noktada durup ardımıza baksak
Sularda pul pul, toprakta tel tel
Çözülüp dağılsak ve ömür desek buna
Al yarısını, öbür yarısı bende kalsın
Öleceğin günü bana önceden haber ver
İçimdeki, dışımdaki saatleri kurdum
Yelkovanı kovalayan akrep gibi kaldım burada

Yüzü gitgide suya dönüşen kadınım
Bir gün bütün aynaları kırarsam şaşırma
Ben aklımı yitirdim yüreğimi buldum.

 

Bir Soru İşareti

Bir kekik kokusu tüter sabahın seherinde
Denizde bir balık kayar, bir yıldız solar gökte
Ve sabah türkü gibi yayılır
Salyangozların izleri uzar toprakta
Otların arasında gider kaybolur
Bir salyangoz kadar olamadım, der şair
Ayak izlerimi tutmayan topraklarda yürüdüm
Unutmasını bilen kadınları sevdim
Trenle geceyarısı geçilen kentleri..
Şimdi bir soru işareti gibi kaldım şu dünyada.
Dokunup yaprakların üstüne düşmus çiylere
Uzanıp gölgesine bir portakal ağacının
Kulak vererek cırcırboceklerinin sesine
Bu şiiri uyku haliyle yazdım
Akdeniz bir çaydanlık gibi fokurduyordu az ötede
Biraz sonra kalkıp yüzümü yıkarım artık
Sonra bir kitap okurum, ya da çicekleri sularım.


Blues

Yağmurdan kaçarken taşa tutuldum
Dönüp bakamadım bile
Şimdi kendi içine yağan bir bulutum
Kağıtlar yeşeriyor toprak yerine

Saçlarımı uzattım, aynayı kırdım
Deri ceketimi çıkardım sandıktan
Cebimde 20 yıl önceki sevgilimin resmi
O mu büyüdü, ben mi yaşlandım?

Gümüş tabakamı, köstekli saatimi
Bir blues ritmiyle kullanıyorum
Her sabah yeniden uyansam da
Naftalinli bir gençlik bu yaşadığım

İpsiz ruhum, sarsak, serseri
Otobanlarda sırtında heybesiyle
Cafelerde tuborg bira ve patates cipsiyle
Durdun bir yerde, çağını bekliyorsun


Boks

Havlu atıyor ardımdan dünya
Oysa şampiyonuyum yalnızlıkların
Bilahare aşkın, acının
Ve aklına gelen ne varsa

Ringde yapayalnız bir kaldım
Bomboş bir salonun uğultusu
Bütün hücrelerimden rüzgar sızıyor
Ve işte yenildiğimin anonsu.
- Mavi köşeyi kan tutuyor!

 

Bugün de Oturdum Ölümü Düşündüm

Bugün oturdum ölümü düşündüm
Kirli, acı bir su gibi yürüdü içimde
Dokunduğum, gördüğüm her şeye sindi
Ürperdim, korktum ve biraz şaşırdım
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Yağmur altında ya da karanlıkta
Bir başıma kalmış gibi.
Sevgilim böylesine alımlıyken
Güz kuşlarının güneye doğru akıp gideceği yol
İyice belirmişken gökyüzünde
Onarırken, sararken hayat
Çocukların incinmiş gülüşlerini
Artık her park yeri bir apartman inşaatı
Her sokak bir otomobil nehriyse de.
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Soğuk camlara dayayarak yüzümü
Kuşağımın acısını, kefenlenen gençliğimizi
Yaşayan ya da artık yaşamayan dostları
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Örterek yüreğime kara bir tülü.
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Kapkara bir gece penceremi dalarken
Öleceğini bile bile karşı koymanın onurunu
Yiğitliğin, özverinin, sevginin
Arkadaşlarımın yüreklerinden çıkan özsuyunu.
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Bir darağacında ya da yolda yürürken
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken

 

 

Bugün De Ölmedim Anne

Yüreğimi bir kalkan bilip, sokaklara çıktım
Kahvelerde oturdum, çocuklarla konuştum
Sıkıldım, dertlendim, sevgilimle buluştum
Bugün de ölmedim anne
Kapalıydı kapılar, perdeler örtük
Silah sesleri uzakta boğuk boğuk
Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük
Bugün de ölmedim anne
Üstüme bir silah doğruldu sandım
Rüzgâr, beline dolandığında bir dalın
Korktum, güldüm, kendime kızdım
Bugün de ölmedim anne
Bana böylesi garip duygular
Bilmem niye gelir, nereye gider?
Döndüm işte; acı, yüreğimden beynime sızar
Bugün de ölmedim anne.

 

Buluşma

Hiçlik'te bulaşalım sevgilim, oturup konuşalım
Dört yanımız dizboyu insan
Yağmurdan bile usanalım
Yağmurla sevişirken

Bende inanmaların çağı geçti
Sende sanki ilkbahar
Bizimkisi karşıtların birliği
Böyle sevgili olunur herhal

Nihilist bir otobiyografi
Buldum iç cebime astım
Ben de bir kelimeyim ölümün dağarcığında
Türkiye benim yurdum

Hiçlik'te buluşalım, öpüşürken göz kırpalım
Başağrısı çekelim üç gün üç gece
Yalnızlığın sularını bulandıralım
Görünmesin bir şey geride

Ben ki boynumda süpürgeler taşırım
Ardımdan gelenler ırgalamaz
Hiçlik'te buluşalım ve konuşmayalım
Dünyaya çarpan yürek onmaz

Hızla yaşadım genç ölmedim
Bir koşuymuş yaşam geç anladım
Otuzu geçiyorken saate baktım
Ben yalnız bir adamım tırnaklarım uzamaz

Beni kimseler sevmez...

 

Buz Üstüne Yazılan Şiir

Buz üstüne yazmak isterdim
Bütün bu şiirleri
Üç beş gün öyle kalır
Sonra erir giderdi.
Kaybolursa da ne çıkar
Yazılmış o kadar şiir
Onca acı, tedirginlik
Bir avuç su oluverir.
Buz üstüne yazmak isterdim
Bütün bu şiirleri
Ya da denizin yaladığı
Bir kıyıya bırakmak...
Boğulup gitsin sesim
Uçsuz bucaksız bir koroda
Duyulmayacaksa silah sesleri
Girdiğimiz her sokakta.
Çektiğimiz bunca acıyı
Varsın hiç bilmesin çocuklar
Barışa, kardeşliğe dair
Yarın nice şiir yazarlar.
Buz üstüne yazmak isterdim
Bütün bu şiirleri
Ve sonra çekip gitmek
Dalgın bir cırcır böceği gibi.

 

Çerçi

İncik boncuk satarım köylülere - işim bu
Atım yorulmazsa yorulmam - ekmek parası
Yağmuru sırtıma döker giderim - ıslak
Güneşi tepemde yakar yürürüm - sıcak
El değmemiş ipliklerim, patiskalarım var
Köy kızları! Köy kızları! Köy kızları!

Kahveye oturur bir çay içerim - yaşlılık
Kağıt oynayasım gelir, hal hatır sorasım
Niyedir içimdeki bu soğuk taş, bu yalnızlık?
Açılmamış sandıklarım, yaşanmamış günlerim var
Silme acı, silme keder, silme yorgunluk!

İncik boncuk satarım köylülere - işim bu
Tarlaların kıyısından geçerim salına salına
Çalışan insanlar görürüm, arılar gibi
Çoluk çocuk güneş altında çiçek çiçek
Açmış gibi olurum, kıpır kıpır rüzgarda
Bağırasım gelir, sesimi onlara duyurasım:
Leblebi çekirdek! horoz şekeri! susamlı helva!


Çözemediğim Bir Şeyler Var Hayatımda

Çözemediğim bir şeyler var hayatımda
Sualtı gibi derinlerde sessizce bekleyen
Dirensem, daha ne kadar direnebilirim artık
Nereye kadar gidebilirim, gitsem?

Aradığım nedir, o kentten bu kente?
Adressiz yaşamak da sıkar insanı gün gelir
Gider heyecanlar, istekler, gülümseyişler
Yüreğimdeki denizin suları birden çekilir.

Özleyip de vardığım her yerden, hemen kaçsam diyorum
Ne aradığımı biliyorum, ne bulduğumu
Bilmem neresinde yanıldım ben bu hayatın?
Yüreğimi kabartan o sevinç, şimdi sonsuz bir acı oldu.

Taşlar yığılmış önüne en güzel, en anlamlı duyguların
Uçsuz bucaksız bir tüneldeyim ve her yanım karanlık
Koluma giriyor bazı adamlar, bir şeyler söylüyorlar
Kalıplaşmış, sıkıntı verici, güdük.

Oysa acı diye bir şey var bu dünyada
Ölüm var -ki yüreğimde bu boşluğu yaratan biraz da odur
Yanıbaşımda ölüp gitti dostlarım, ben bakakaldım
Gözyaşlarının da bir yerlere gömüldüğü görülmüş müdür?

Çözemediğim bir şeyler var hayatımda
Sanki ilk benim duyduğum garip, anlatılmaz duygular
Sürse daha ne kadar sürer bu, bilmiyorum
Ölümü ve hayatı yanyana düşünmesini ne zaman öğrenir çocuklar?


Deniz Kızı İçin Şiirler

Seni, gülüşü gül olup da açan kız
Uzandığım her kapıdan yüzümü saran esinti
Seni, yürüyüşü yağmur, kokusu nergis
Seni turuncu düş, seni deniz mavisi...
Eksik kalmış tek sözcüğü uzun bir şiirin
Bir dalın açmamış o son tomurcuğu
Yüreğime selamsız sabahsız girdiğin
Belli, geçerek o dikensiz yolu

Seni, yaz günleri topraktan tüten buğu
O bir anlık, bir solukluk yağmurlardan sonra
Seni, sevincin yangını, acının külü
Gittin artık, bu şiirler kaldı bana

Gittin artık, ardında mavi bir tütsü
Saçarak, geniş ufuklarından sonsuzluğun
Ey kara sevdalarımın göçmen kuşu
Diyemem istesem de, seni unuttum...


Doğan

Kuytu, karanlık
bir yolda
yürürken ben,
cırcır böceği
tekdüze bir şarkı tutturuyor.
Salyangoz
kırların serserisi
evi sırtında
bir yerlere gidiyor.
Sarhoş bir kırlangıç
Toprağın üzerinde
yalpalayarak
uçuyor...
Kuytu, karanlık
bir yolda
yürürken
ben.


Elma-Armut Oyunu

Oturuyorum günlerdir bir gökçekiminde
Sokaklara çıksam uçarı ruhum radarlara
yakalanacak
Öbürü gidip okul-aile birliklerine yazılacak
Yüzümün sağ yanını katlayıp sol yanına vursam
Sanki aynalar mı gücenecek
Katladım gidiyorum işte

Elma da desen armut da desen ben çıkmam
Ben çıkmam saklanırım böyle

 

 

Erteleme

Ben yenildim, öyleyken de saçlarım uzarmış
...anladım
Hayatım ve tırnaklarım
Bir cenin umuduna aldandım
Yalnızım sapına kadar... ya erenler
Hüznümün alnımda münhal bir arsası var
Ölüm iki parsel... hayata kandım

Ben yenildim, böyleyim, tüyübitmedik ölüm
Ardımdan konuşur ve bankadaki hesabıma
...göz diker
Ben yenildim, 60 x 1,72 olarak yere serildim
İpim yok, ilacım eski... intiharı erteledim


Gece

Ay bu gece ne büyük, ne büyük anne
Deniz gümüş gümüş, ağaçlar sereserpe
Uyudum uyandım, sağıma soluma döndüm
Bir balık sıçradı sularda, duydum
İki uçurum gibi derinleşti gözlerim
Ben onları yıldızlarla, yakamozla doldurdum.

Ay bu gece ne büyük, ne büyük anne
Denizi bir halı gibi işledi yalım yalım
Sabaha hepsini sökecek, tezgahı güne
Bırakıp gidecek -ay yorgun işçisi doğanın
Güneş sürdürecek o yorgunluğu kendince.


Geometri

Şiirlerimden 45 derece uzağım şu anda
Görevli memura hakaretten yargılanmam zor
Adam, kabuğuma birkaç düzaçı çiz
Bütün boş şişeler üstüme geliyor

Hafta sonu geceleri bana "yamuk" atıyor

Kenarları ateşle çevrelenmiş bir üçgen midir
Beni boğan herşey ve devletlü yalnızlığım
Hiyerarşik tören sıralarında durup kendime baktım
Anladım, her pazarın bir pazartesisi vardır

Defterde bir "pi sayısı" kadar yer bulamadım

Simetrik kadınlara daldım bir ara, üzüldüm
Sevişmenin karekökünü aldım, işlem sonuç vermedi
İkigen hayatlarıma sığınıp büzüldüm
Üşüdüm de... meyhaneciler kocaman rakamlar yazdı

En son problemdim, kendimi çözdüm...

 

Göçebe Yürek

Göçebe yürek
Kampana çaldı
Pılını pırtını toparlayacak sanki ne vardı
Bir kör bir topal
Ömrün
Kısalıp uzayan iki çizgi arasında
Gelir gider
Ölümü yalnız bırakacak kadar
Durul artık
Oturmayı öğren İnternet’te bir sayfa aç kendine
Kurul artık
Danimarkalı akranınla hasbihal et

Göçebe yürek
Bağdaş kur
Otur artık...


Göçmen Çiçek

Aykırı bir uçurumum yolunun üzerinde
Elini uzatacağın dalları yamacında saklayan
Birdenbire patlayan
Bir çığlığım sessizliğinde
Ele-güne karşı seni utandıran.

Yaz günü palto giyerim
Ceplerim dolu dolu şiir
Gören beni deli sanır
Adım kaçığa çıkar
keşke kaçsam
Keşke kaçabilsem şu dünyadan.

Aykırı bir şiirim kitabının arasında
Kargacık burgacık bir yazıyla yazılmış
Sondan okumaya başla
Nokta koy her dizenin önüne
Anlamaya çalış..

* * *

Bedeninin bir noktasından dalıp
Yüreğini bulabilirim
Geceyse, başlar yastığa düşerse
Ve yorgunsa yüzün
Yıldızları soluğumla bir bir ateşleyip
Kandiller gibi başucuna koyabilirim..
Ey bütün tufanların ardında
Bulduğum dinginlik!
Göçmen çiçeği dünyanın
Kökleri ardısıra sürükleyen çılgınlık!
Madem ki yaşam bu
Madem ki taşın taş olmaktan öte
bir umarı yok
Bir türkü söyle kadınım
Yürüsün dünyaya mutluluk...

* * *

Yağıyor incecik bir yağmur dışarda
Yüzün çamurlar üstünde tüten buhur
Islak toprak kokusu
Doluyor odama
Sıkılıyorum
Kitapların üstüme yıkılacağından
Korkuyorum şimdi
Yel esiyor
Sökuyor duvardaki bir resmi
Yerine senin yüzünü koyuyor.

Yüzün şimdi karşımda
Yüzün akşam karanlığında
Toprağın üstüne bırakılmış
Bir demet çicek gibi parlıyor..

O zaman açıyorum
Bütün perdeleri
O zaman yakıyorum
Bütün ışıkları
Camları darmadağın ediyorum
Yüzünü avuçlarıma alıyorum
Alnını öpüyorum
Dünyayı öper gibi...

* * *

Sana uzanamadığım gün
Ellerim yok sanıyorum
Senin bakışlarını yakalayamadığım gün
Gözlerim yok..
O zaman bir yumruk
bütün gücüyle vuruyor
Eski bir piyanonun tuşlarına
Binlerce martı
Kayalıklara çarparak ölüyor
Ayışığı tutkal gibi
Yapışıyor pencereme
Açamıyorum perdeleri
Şiir yok artık
Türkü dindi..

* * *

Meyvelerini taşıyamayan
Ağaçlar gibiyim
Sularını taşıran ırmaklar gibi..
Bu kadar mutluluk cok bana
Onu gunlere
Onu aylara bölmeliyim
Ve bir tek gülüşünü senin
Kutlamalıyım yıllarca...
* * *

Sana yüregimde bir sürgün yeri
Göçüp konacak
Bir toprak yaratsam
Kadınım, sarışınlığınin bittiği anı
Gizli bir esmerliğe eklesem..
göcmen çiçek
Her yerin yabancısı
Yolların, yolların ötesinde
bize bir tek
Yarınlar kaldı
Göğün tükenip, denizin
Başladı yerde...


Gökyüzü Maviliğinden Soyunuyor

Gökyüzü maviliğinden soyunuyor
Gitsem kime, kalsam kimde, nereye kadar?
Sılasızım işte, gurbetim de yok
Adres defterime adlar değil
Yalnızlıklar yazılıyor.

Bir yanda yurdum ve uçurum sözcüklerindeki
O sersemce, o saçma uyak
-Demek ki, iki sözcükle de bir şiir yazılıyor
Yüreğimi, yüreğimi bir bıraksam
Dünyanın telaşına katılacak
Yine birileri dağlarda kahraman
Salonlarda mümin oluyor.

Gökyüzü maviliğinden soyunuyor
Akşamdandır diyorlar, dünya hala dönüyorsa
Öyle dalgın, umarsız...
Sorsam neyi, bağırsam kime, beni kim anlar?
Bir kaçık şair diyecekler
Anca yalnız, kanca yalnız...


GSM

1

Buyrun, ben Ahmet Erhan
Bir kilo beşyüz gram gelmiş tartıda, doğduğu zaman
Dört ablanın ardından horoz çükü kadar bir oğlan
Doktorlar ve hemşireler arasında bahis salgını:
Yaşar mı yaşamaz mı, şu er ve han
Üç ayda topaç, dört ayda gülle gibi olmuş
Daha doğumda ağlamayı ertelemiş hinlikten
Ati ömrüne saklamış
Bütün lohusaların sütü ona akmış, rivayet o ki
Şımarıklığı bundan
Hoca, bu demiş ya katil olur ya büyük adam
İkisinin arasında zati bir soğan zarı
Doğa kanunu kurt kapanı
Kapanın elinde kalmış dört mevsim diken...

2

kaç aşkla teyelledim şu ömrü
acıyla karılmış kara bir kumaşa
Kaç aşkla
oldu mu ki sevenim, bakar mıydı ki ağaran yaz
var mıydı ki sevenim, süzer miydi buğulanan göz
Kaç aşkla
Telaşla açtım kapıları, pencereleri ardına kadar
Gerisin geri içeri dolan rüzgarlar
O zaman çivileyerek her hücremi
Kaç aşkla
Kaçmayı öğrendim en başta
Bir tek sesimi korudum
"ben de kendi halümce bir Bedrettin oldum..."

3

Aldım bir GSM yalnızlığıma geldi
Maltepe pazarından uydulara tırmandım
Alet sıfır, hat kart peçete dahil
İşte yazıyorum, kapıdan pencereden girmek yok:
0533........... Takla atmıyorsam arayabilirsiniz
Buyrun ben Ahmet Erhan
Kalbim var telesekreterlisini n‘apacam
Alışkanlıklarım bol, kapsama alanım geniş
Aramazsanız benden betersiniz!

4

Telefonumun teli yok ki kuşlar konacak
Yar üstüne yarim yok ki kurşunlanacak
Yalnızlık çekil aradan
Evet, ben Ahmet Erhan
Numara doğru da adam yanlış
Soytarma!
Herkes kendi yarasının üstüne kapaklanmış...

5

Buyrun ben Ahmet Erhan
Bütün şebeke kilitlenmiş
Sadece 112 kalmış, ambulans şoförüyle hısım akraba oldum
Gele gide, gide gele...

6

Beni cebimden ara, hırsızım ol
O tütün kırıntısı, o hüzün var ya
Onu bul, alla pulla
Cebimde sesinden ruj izi gibi bir şey
Kana dönüşür parmağıma ulaşınca
Cebim çalsa, hep upuzun bir ezan sesinin ortasındayım

Beni cebimden ara kansızım ol
Hepsi dışa dönük ortalığa saçılır
Parasızlığım, yalnızlığım, aşksızlığım
Bilen bilir de, gören görür de
Bir daha hiç arama, duyan olur...


Gülşiir

Geceyarısı, karanlık bir bozkırda
Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
Haklı olan kim bu kargaşada?
Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
Ucu bucağı olmayan bu çığlıgın
Ortasında nasil barışılabilir?
Anlamak isterim, hangi yasa
Bir beşikle bir darağacını
Aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?

Sorular sormak icin geldim şu dünyaya
Yasım acıların yasıdır
Boynumu üzgün bir çicek gibi kırıp da
Yollara düştügümde, başımda deniz köpüklerinden
Ya da sabah yellerinden bir taçla
Yürüdüğüme inanırdım - yanılırdım
Geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım
Bu söylencenin bir yerinde durakladım
Ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.

Acını ödünç ver bana, gözyaşlarını
Damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver
Yitirdim çünkü onları da..
Ilenmiyorum, el çırpmıyorum artık
Ne aklımda yaşadiılarım üstüne düşünceler
Ne de geleceğime dair bir tasa.
Gelirken çan çalmıyor yalnızlık
Bir adam, bir sokak, bir ev
Yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca

Soruların vardı senin, ne çok soruların
Gözlerin dunyayı eleyip dururdu boyuna
Bir fısıltı gibi başladı sevgim
Çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra
Sonrası...Mutlu bile olduk bazı
Artık sen yadsısan da ne kadar
Ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir
Anlatsın yollar, yollar, yollar...

Şimdi gece, soluğumu verdim içime
Az önce kağıtlara gül kuruları serptim
Dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım
Öylece serptim, seni yazacağım diye
Sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın
Aklımın almadığı bir yerde, öylesin
Şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık
Bize artık yeter de artar bile...

Dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın
En yakın dostlarımın birer birer
Vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların
Ölümünü gördüm, ama kimse
İnandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!
Yaşam ki bir kum saatidir usulca akan
Dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkca
Yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır
Vereceğimiz tek şey budur dünyaya.

Şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen
Yüreğimi bir gün yollara atarsam
Bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım
Suyumun coğu senden yana akacak
Bütün sözcüklere adını ekleyeceğim
Güldeniz, Gülekmek, Gülyağmur, Gülşarap
Gülaşk, Gülşiir, Gülahmet, Gülerhan
Ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!

Gecelerdi, solgun - sessiz tüterdi yüzün
Yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü
Uykusunda konuşurken sesini öptüğüm
Varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına
Kokundu, bedenimi saran o ince buğu
Esintisinde usul usul yürüdüğüm
Ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..

Sanki bir kız yürürdü yollarda
Evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi
Kapımı açardı gümüş bir anahtarla
Sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk
Tozlu kitapların yığıldığı odalarda
Kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini
Yatağımda bedeninden bir oyuk.

Benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından
Saçlarına saçlarına doğru titrerdi
Şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim
Titremiyor artık , yolunu biliyor şimdi
Geceyarılarını çoktan geçti
Bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim
Ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız
Süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.

Bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden
Seninle var ve seninle sürüp gidecek artık
Bir akdeniz kentinde limon koklayan
Ve hep ufkun ardına bakan çocuk
Acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden
Çaldı yüzünü bir yaşamlık
Geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından
Şaire çıkar adı - az buçuk kaçık.

Yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben
Oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan
Gülsün köpek sürüsü, lime lime edip
Bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat
Doğru, benden sonra da tufan kopmayacak
Ama haykıracağim laflarını tuzla kesip
Yitip giden bu aşkı, nefesim tukenene dek.

Beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular
Neresinde yanıldik biz bu yaşamın?
Hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı
Acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?
Kalbimde yillardır kabuk bağladı yaralar
Ödüm kopuyor, bir gun hepsi birden kanamaya başlayacak diye
Yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye
Hep direnen bir yanım kalacak
Adımın soluk izi, acının seyir defterinde.

şimdi gece, bindokuzyuzseksenikiyle
Üçyüzaltmışbeşi çarp - oradayım işte
Yorgun değilim, umarsızım yalnızca
Geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta
Gibiyim ve çoktan dürüldü defterim
Uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim
Onlara köprü olacak bir beden yoksa da..

Bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim
Kana kana içtiğim çesmelerden susayarak ayrılmak
Titreyen bir ışık karanlıklarda
Onu kim görebilir, kim tanıyabilir?
Sonuda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak
Boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.

Her aşktan böyle bir şiir kaldı bende
Yaşamımın bir dilimini özetleyen
Unutuşun çiçekleri bunun için hic açmıyor
Donuyor bir gülüş tek bir dizede
Yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem
Çivileniyor beynimin bir yerlerine
Geride -hayır- acılar filan da kalmıyor
Bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.

Nefret ediyorum ve seviyorum seni
Girdiğin bütün kapıları açık bırak
Birazdan git diyebilirim çünkü..
Çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini
Tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını
Çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak
Uzayan, akan bir irin yolu gibi.

Sözcükleri güden çobanları var kalbimin
Beynimin yaşamı saran kıskaçları
Bitsin dediğim yerde bunun icin başlıyorum
Yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan
Sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri
Ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki
Böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.

Çapraz yalnızlıklar astım göğsüme
Yollarda bir  savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur
Gözlerle, dillerle kuşatilmis bir ülke
kalbimdir ona tek sınır
Susmayı bunun icin severim bir cığlık gibi
Donup kalır sesim kendi göğünde
Onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.

Yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada
Kendi içimde ya da uzak yollarda
Bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar
Bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce..
Bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor
Irmakların birleştiği o nokta benim
İtilip tekmelendiğim bütün kapılarda
Bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.

Bir gün anlarsın beni neden suskunum
Dünya içimde konuşurken böyle
Bedenimi aşıyor yorgunluğum
Karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor
Bu öyle bir cığlık ki, susuşlar kalıyor geride
Ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.

Adını çoktan unuttun yüzün aklımda
Ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum
Ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur
Bunun için ben Gül dedim sana..
Yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa
Kökleri toprağı saramaz olur
Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan

Söylenecek bir tek sözüm kalmazsa
Çizerim yüzünü kuşların kanatlarına
Her çırpınışta gökyüzüne dağılır
Yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.

Kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor
Parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler

Yazdıkça biraz daha unutuyorum seni
Ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler
Bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca
Büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü
Ben aşkın son hasatçısı, son peygamber
Gülünç, soyu tükenmiı bir varlığı oynuyorum boyuna.

Sana artık bir sığınak olsun bu şiir
Noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır
Düşün, kalemimi sen tuttun yazarken
Yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi
Öyle acemilikler yaptım ki ben
Hiç kalır bu şiir onların yanında ve
Nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.

Görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın
Çığlığımdan arta kalan bunlar olacak
Aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum
Bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak
Yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle
Kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir
Bir yeniyetmen in altını çizeceği dizeler benden
Senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak...


Güneş Saati

Bu nemli, bu bunaltıcı gecelerde, pencerenin
Önündeki dallardan bir kafes örerim kendime
Güneşli günlerde doğurmuş anam beni, neyleyim
Gökle denizin seviştiği yerlerde gün boyu
Bıkıp usanmadan bakmam için, evime mavinin
Bütün tonlarında perdeler astım sevdiğim
Gece, düşlerde sürdüreyim diye bu yolculuğu
Bir güneş saatiyim ben kendi halimce
Bir güne bakanım belki de, doğudan batıya dönerim
Alnı gökyüzüne dönük bir güneş çocuğu...
Bu karanlık, bu ıssız gecelerde
Yıldızları bir küpün içinde toplayasım gelir
Benim güneşim bir birikimdir belki de
Yıllarla, aylarla, günlerle açıklanabilir
Mutluluk; onun, onun gözünün içine bakmaktır sevdiğim
Onu bir simge kılmaktır, bir ad vermektir
Ben güneş dedim ona, sen su de, çiçek de
Aksın ömrün yeter ki doğayla birlikte...


Güneşin Altında Mutluluk Var

Bir işçinin, elinde ekmekle evine döndüğü
o yerdir mutluluk
Akşamüstü, çocukları cıvıldayıp dururken
Derin bir iç çekiş, tatlı bir yorgunluk
Ve yüzüne yayılan gülümseme birden...

Mutluluk, kelebek olup uçmasıdır ipek böceğinin
Irmağın denize kavuşturmasının bir adı olmalı
Mutluluk, beşikte uyuyan ilk çocuğuna bakmasıdır
bir annenin
Duyarak memelerine dolan sütün çılgınlığını.

Mutluluk, bir acının bilincine varıp da onu dönüştürmektir
Yaşamın sonsuzluğunda karar kılan bir umuda
Sevgilinin boynuna dokunduğunda duyulan ürpertidir
Öpülen ilk dudak, içilen ilk sigaradır belki
Denizden yükselen kokudur sabah karanlığında
Kabullenmektir yani yaşamı, acısı ve sevinciyle
aynı boyutta
Yalnızca yaşamaktır belki de kimbilir...

Ne yerdedir, ne göktedir o - değil mi Abidin?
Mutluluğun resmini yaptın mı bilmem
Ama ben onun şiirini yazmak isterim...


İki Köşeli Yalnızlık

Gökyüzüne asılı kalmış bir yankı
Arıyor kendisini bırakan ağzı
Yeniden,yeniden sesini bulmak için

İki köşeli yalnızlığın bir ucunda sen,bir ucunda ben
Birleşip ayrılıyor çizgilerimiz
Hangi boyuttan koparılmıştık ki biz

Anı bile yok,ses,koku bile
Bir elin yazdığını öteki el karalıyor sanki
Silgiler hatırlıyor,kalemler unutuyor bizi...


İkigen Sonsuzluğu

Ben her fırtınaya bir kanat verdim
Yollara düşemediğim bundandır şimdi
Nicedir silindi defterimden
Özgürlük diye bir sözcük, üç heceli

Her duyguda bir ikigen sonsuzluğu
Ne yapsam birbiriyle hiç kesişmeyen
Kendimi savurduğum sularda
Anaforlanarak geri dönüyor birden

Yalnızlık diye bir sözcük, üç heceli
Sen kaleminle bir daha geç üstünden


İlk Vasiyet

Oğlum Deniz'e

1
Ben bütün yenilgileri yaşadım
Kalmadı sana hiçbir şey
Oğlum, biricik muradım
Bir su damlasıdır kapıyı gözler

Tükürür gibi bakıyor yüzüme dünya
Kırılmış ağacımın o tek sürgüsünü
Oğlum, biricik muradım
Benden ötelere döndür yüzünü

2
Uzun bir sözcükse ömrüm
Oğlum, son iki hecesin sen
Günüm geceye ilikli
Yanımda yok bir kimsem

O küçücük odada soluğun
Mavi resimler çizer havaya
Avludaki kiraz içini çeker
Elma, armut, akasya

Artık evin erkeğisin sen
Erkencisin bu konuda
Seninle büyüyecek bil ki
Uzaktaki şu baba

3
Geçip gidiyor günler
Boğuk bir sis altında
Elimin ucunda defter
Köpürüp duruyor boyuna

Ne yazdımsa oğlum
Bugüne kadar böyle
Sanki bir yaz günü
Savruldu akşam esintisinde

Geçip gidiyor günler
Evim uzak, yol yakın
Ölüme kedere, acıya
Cinner, cehennem, intihar…

4
Gecenin son otobüsü
Hoşçakal oğlum
Alnımda bir seğirme
Yüreğimde hüzün

Gecenin son otobüsü…
Şimdi soluk bir ışık
Gençliğimin kenti
Dönüş yok artık

Gecenin son otobüsü..
Götür beni uzaklara
Gecenin son otobüsü
Oğlum gelir nasılsa

5
Yağmurun diliyle konuştum
Uzandım taşların eliyle
Oğlum seni düşündüm
Galata'da eski bir evde

Denizin dikeninde uyudum
Uyandım ter içinde
Oğlum seni düşündüm
Geçmiş zaman kipinde

Yolların arklarından baktım
Gözyaşların merceğiyle
Oğlum seni düşündüm
Hasretlerin ikliminde

Deniz...ölümde bile…

6
Oğlum unutma adını
Sana boşuna konulmadı o
Oğlum unutma adını
Göğe çizilen resimleri hatırla
Oğlum unutma adını
Dağları teğelleyen suları
Oğlum unutma adını
Kardeşliği, cesareti ve yanılgıyı
Oğlum unutma adını
Tarihe karşı yürüyen bedenleri hatırla
Oğlum unutma adını
Ve tarih olan sonra
Oğlum unutma adını
Hep ipte olacak boynun
Oğlum unutma adını
Yaralı, acılı bir yurdun
Oğlum unutma adını
Kanı, çiçeği olarak...

Deniz...unutma adını…

 

Kalıt

Acım, beni bir gün boğabilir
Kalırsa bir çığlık benden kardeşler
Koruyun, saklayın onu ne olur.

Her insanın kendince bir tarihi vardır
Bir seyir defteri, ağaca atılan çentik belki
Hani bir gün dönülür de bir şeyler anımsanır.

Kimsesizim, dalsızım, duraksızım şimdi
Yaşamla aramda çözülmedik ne kaldı?
Bütün köprüler atılmış, yollar yokluğa çıkmıştır.

Yaralarımı sağaltacak söz nerde?
Bazı kitapların altı çizili yerlerinde mi?
Şimdi her çizgiye bir kan yolu yürümüştür.

Tanımlara sığmayan sözlerim varsa da
Bir gün, kendini deşen hançerden öte
Bir şey olmadığım nasılsa anlaşılır.

Şaire ölmek yaraşır, filiz sürerken şiirleri
Tufanların alıp götürdüğü bu toprakta bitek
Birkaç sözcük mutlak kalacaktır.

Acım, beni bir gün, beni bir gün boğabilir
Kalırsa bir çığlık benden kardeşler
Koruyun, saklayın onu ne olur...


Kokteyl

Evlerde, güneşin kapadığı evlerde
Bir çocuğun güzel günler düşündüğü
Molotof kokteyl yaptığı
Bir ölçü cin, votka, nane likörü, soda
Ve sonra birbirine bir güzel karıştırdığı
Bir ölçü ölüm, hayat, acı, mutkluluk
Go home amerika! Go home amerika!
-Altıncı filo büyük bir törenle karşılandı
On-onbeş kişilik bir topluluk
Sol yumruğunu gökyüzüne doğru kaldırdı
Dostlarımız gücenmedi bile

Babam o günlerden beri bir gül tutar elinde
Büyütür de sular kendisi sanatoryumda yatsa da
Go home amerika! Go home amerika!
Heybeliada'ya her gidişimde dünyaya ne oldu diye sorar
Mersin'de gün geç doğar, erken batar
O çocuğun gözleri yedinci filodur akdeniz'de
Cemal Abdül-Nasır'a selam götürür
en olur olmadık yerde gökyüzüne bakan çocuk
Güneş, ay, bulut, merih, uranüs, satürn
Artık ne bulursan hepsini karıştırıp
Bir kokteyl yapabilir misin?
Yedinci filo gün ışığında yola çıkar
Ve uğrar bütün limanlara...


Küçük Balıkçı Köyü

Ağlar asılmış
evlerinin önüne
yakalamak için yıldızları.
Akşam olunca
yanan gaz lambalarını
yem olarak kullanıyor
bura insanları.
Yıldızlar
bir gece olsun
kanmıyor bu yemlere.
Ne bu düş gidiyor oysa
ne de
yoksullukları.


Küçük Harfler

Adını büyük harflerle başlattığım Hayat
Gitgide dayanılmaz oluyor
Buzdolabında çocuk ölüleri
Sokak korkusu, anason yalazı
- Beni niye kimseler sevmiyor?
Ki ben Hiçlik’e adanmış bir asansör kuğusu
Üçüncü kattan sonrasını hatırlamıyorum
Boynumu büküp kıvrılıyorum
-Ama niye beni hiç kimseler sevmiyor?

Kendi küçük harflerime sığınıyorum...


Kül Altındaki Kor

Gökteki bulutlar yüreğime yağıyor
Bende iki dünya çarpışıyor artık
Biri umutlu, devingen, gözüpekçe yaşıyor
Öbürü masallarda sarhoş ve ezik.

Toprağı avuçlarımda elliyorum usulca
Bir kum saati gibi akıyor ömrüm
Tükenecek bir gün o kumlar da, ey doğa
Tekrar doldurmak için kalacak mı

Güneş, daldan dala sıçrayarak yürüyor
Bir neden var mı mutlu olmamam için?
Daha ne kadar yaşadım ki şunun şurasında
Adını biliyor muyum bütün çiçeklerin?

Konuşturmayın beni, dilim sürçüyor
Alışkın değilim söz etmeye sevinçten, mutluluktan
Gideyim artık, kül atında kor gibi
Dursun onlar, dönüp üflerim bazen...


Lades Kemiği

Boğuk boğuk bir siren sesi
Güz yağmurlarının geri çekildiği aklımda
Aklımda geceler boyu
Çınlayan yalnızlık
Cam kırıkları, yağan kar üstüne vuran ayışığı
Odam soğuk
Sevgilim yok
Bir yılbaşı ağacının bütün lambalarının söndüğü aklımda
Anı bile değil artık
Her gün bir arkadaşın öldüğü
Aklımda, tütün kokan ağzım üstüne maydanoz
yediğim ama yine de anneme yakalandığım
Denizden yükselen buğu
Güneş vurunca
Portakal bahçelerinden dağılan koku
Solgun şafak, kırağı yeli
Odam soğuk
Sevgilim yok...
Aklım, kırılmayı bekyelen bir lades kemiği.


Limon

Seninle aynı lojmanda, bana bir ev verseler
İstifa ederdim şerefsizim, gerçeklerimden
Sabah geç, akşam erken
Giderim, gelirim
Haberim bile olmazdı saatlerden

Sen bir kompartıman dolusu insansın
Havva'nın 20. yüzyıla aktarılmış renkli fotokopisi
Sen ey bir zamansızlıksın ki... ne zaman geleceksin
Her yerlere erken gelmekten rötarlı

Alnımda 1 sivilce büyüdü yokluğunda
3 kasa bira, 18 paket Camel, 23 damla gözyaşı
Simyadan kimyaya iltica etmiş rönesans yüzüm
Her geçen gün biraz daha kazıdı aynaları
Altından ne mi çıktı?. 24 ayar hüzün

Ben bu geceyi bitiririm de, aydınlık nerde
Bu da güya aşk şiiri, realizme seyrediyor
İş, ekmek, hürriyetle doldurdum seyir defterimi
Baktım ki iş ekmeğe, ekmek hürriyete yabancı

Bu alçak ironiyle yatmasam, ben intihar ederdim
Benzemezdi bu alacakaranlıktaki Ülke'nin en eski baskısına
Ederdim sonra Cumhuriyet'in uzak bir köşesinden sizi
seyrederdim
Bir gün için votkanıza limon oldum iyi ki...


Macera

Omurgasız bir acı
Bedenimde uluyor
Tenha otobüslerin kız kokan yalnızlığında
Elim elimle buluşuyor
Kulağımın arkasında takıyorum ömrümü
Gecenin en olmadık
Saatlerine taşınıyorum
Bir şairin
kendi halinde
Bıyığını ve şiirini fazlalık sayan...
Gitgide kendime
Yakışıyorum
Ortayaş göbeğimi aynalardan sakınaraktan...
Gitgide kendime
yakışıyorum
Ortayaş göbeğimi aynalardan sakınaraktan
Bir alçak sakladı
Ve unuttu beni zulasında
Sanki
Bir ölüm başka bir ölüme
Miras bıraktı

Bitti
Sandığım o mecara
Hep yeniden başladı...


Mevsim Hadiseleri I

Alkol ve tütün
Ben ölümü bunlarla yendim
Ağaran bir tanın küf kokusunda
Sabah savaşlarında
Uçarı bir neferdim
Herkes işe giderken ben sızardım
Garip bir kitaba, tuhaf bir kitaba
Gün ışığından sözcükleri sağardım
Sığardım kendi dünyama

Ekmek ve kadın
Ben hayata bunlarla yenildim...


Mevsim Hadiseleri II

Aynaya baktım, sahiden yaşlanıyorum
Çocuğumun boyu belimi geçti
Gözlerimde tuhaf bir uçurum derinliği
Alkolden mi? Yok, ben sadece akşamları içiyorum

Okyanuslardan sığ sulara erişmenin tedirginliği
Kimse farkında bile değil, bakıyorum
Sevmezdim, gidip duvarlara yazılar yazıyorum
Alnımda bir başkaldırının soluk izleri

Polis amca, diyesim geliyor, polis amca
Çocuklara bu gecelik işkence etme!
Türkiye saat 24'te demokrasiye geçecekmiş
Öyle diyor yorumcular bütün özel TV'lerde

Aynaya baktım, sahiden yaşlanıyorum
Polisler yaşlanıyor: Demokrasi gelecek!
Elektrik, konutlarda ve sanayide kullanılacak
Türkiye büyük ülke, elbette biliyorum

Yağmurun üstünü kanla kapatıyorum...


Milli Coğrafya

Mutluluğum 39 derece ateşle yatar
Dünyanın 42 derece enlem 26 derece boylamında
Öğretirler Edremit’le Van arası kaç saat tutar
Kanadı kırık kuş hesabıyla

Hayatın dulu, ölümün ilk aşkıdırlar
Bu ülkede bir çift kulak ve göz olanlar
Ölüm tarihleri yazar nüfus kağıtlarında

Sarhoşluğum 80 dereceye çıkar
Meyhane taşradan musalla görünür amma...

Oturdum kalbimin nüfus sayımını yaptım
Bir iki dost, çuvalla düşman
Ben ki iki lafı biraraya getirmeyi bilmem
Haklıdırlar her şeyde dostlarım ve düşmanlarım da

Ve mutluluğumuz 39 derece ateşle yatar
Öyle ya da böyle Türkiye mezbahasında...

Grevciler, şairler ve seracılar
Don olayı bekleniyor, son uyarı

Sinop’la Anamur arası bir kuş uçar
Kanadı kırık ama göğsü kınalı


Ne Balık Ne de Kuş

Kiraz mevsiminde rakı içmedim
Yatmadım olmadık kuytuluklarda
Serumlarla doldur boşalt yaparken bedenim
Bekledim sessizce gönlümün ücrâlarında
Dünyaya yine de bir ağırlıkmış hacmim
İzmit'te bir sevgili, ölüm oruçlarında iki çocuk yitirdim
Ne ilgisi var, Türkiye buralar
Alnımı toprağa yapıştırıp yürüdüm
Şairler, hükmüm bir kör tırnak kadar
Kalksam attığım her adım kan kuyusu
Otursam sağım solum uçurum
Kimyama derbeder hayatlar karışıyor
Ölsem sanki buğum camlarda yaşıyor
Kiraz mevsiminde rakı içmedim
Demek ki İstanbul bana böyle yakışıyor..


Nostalji

Sevgili ölüm
Damarlarımı genişletiyor yalnızlık
Çağırıyor beni toprak kokusu
Odam dağınık
İğrenç bir sabah
Ağzımda hala alkolün buğusu
Sevgili ölüm

Uğulduyor kulaklarım
Bir tek nefes bile çekmediğim sigara
Parmaklarımı yakıyor
Bedenim
Bir de çocukluk
Yokluyor arasıra

Belki de evet belki de
Dönüş yok artık
Hiç değilse benim için
Sevgili ölüm
Penceresinde mızıka çalan
Bir çocuğu anımsa
Ne zamanlar
Denizin karşısında

Sevgili ölüm
Artık anlıyorum şimdi anlıyorum
Ben hep yaşayarak
Seni büyütürmüşüm
Gün gün...


Oğul

Anne ben geldim, üstüm başım
Uzak yolların tozlarıyla perişan
Çoktan paralandı ördüğün kazak
Üzerinde yeşil nakışlar olan

Anne ben geldim, yoruldum artık
Her yolağzında kendime rastlamaktan
Hep acılı, sarhoş ve sarsak
Şiirler çırpıştıran bi adam

Kurumuş kuyunun suyu, incirin
sütü çoktan çekilmiş
Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi
Ayrık otları, dikenler bürümüş

Kapıdaki çıngırak kararmış nemden
Atnalı ve sarmısak duruyor ama
Oğlum, mektup yaz diyen
Sesin hala kulaklarımda

Anne ben geldim, ağdaki balık
Bardaktaki su kadar umarsızım
Dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın..


Ortak Pazar

Yurdum teneşire düşmüş toprak
Denizlerinde kendini yıkayarak
Dur şöyle düşün bir, nereden geldin
Ve kuşkulu nereye gideceğin

Mamak'ta sarılan sigaradaki kan kokusu
Duman duman savrulur birahanelere yalınayak
Yurdum teneşire durmuş toprak
Anla, kuğunun son türküsü bu

Belki ben yanıldım, sakal bıraktım
Her gün oraklanan ekinlerini hiçe sayarak
Yanıldım da ne yaptım, kendime sapladım
Tırnaklarımı kınından çıkararak

Teneşir teşnesi yurdum, tecrit hücresi
Her karış toprağın, her parmak taşın
Türkçeye yurtsama diye çevirmeseler şu nostaljiyi
Serseri olmazdım, boyunbağı takardım

Yurdum teneşire durmuş toprak
İşgencenin acının ve ölümün ortakpazarı
Al şu sekizyüzondörtbinbeşyüzyetmişsekiz kilometrekareni
Ört altmış milyonun üstüne bir mezar olarak


Otobiyografi

Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Yalnızlık, ölümün üvey kardeşi
Eve hep geç saatlerde gelen babaların
ayak izlerinden yükselen buğu
Bir toprağın, dalına dokunamadığı yerde büyüyen boşluk
Ayışığında kaldırımları süpüren bir kadının
ikide bir durup, burnunu önlüğünün koluna silmesi
Gibi boğuk, gibi çıldırtıcı, gibi silik

Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Nereye gideceğini yitirmiş
yol, uçurum, dağ, bayır, çöl
Bir kuşun kanadından çıkan kav
Bir kibritin ömrünün, bir tek sigarayla sınırlı olması
- Alkol, kendileri seni seviyor
Her el titremesinin bir fotoğrafını çekmeli
yanık masa örtülerinin, kırık bardakların
Günışığında herşeyin, herşeyin görünmesi
Gibi iğrenç, gibi gerçek, gibi anlamsız

Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Tökezlemiş söz, suskun türkü, rendelenmiş umut kırıntısı
Şiir... alkolik bir babadan artakalmış sarışın güz boğuntusu
Çıkılmaz buradan artık diyor bir ses,
hiç değilse kapıları iyice örtün
Soğuk, yalnızlığa özenip girmesin içeri
Gibi sinsi, gibi alaycı, gibi bungun

Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Kötümserlik, kusmukların çiçek kalıplarına dökülmüş hali
Herşeyin göreceli olduğu bir dünyada iş mi bu şimdi
Değişimlerin bir türlü dönüşüme varamadığı yerlerde
Aklımı teğelliyor bir çocuk durup dururken
Gibi çılgınlığa, gibi serseriliğe, gibi ölüme

Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Parmak damgasının mülkiyete yettiği bir çağda
Yüreğini kağıtlara basmanın bedeli
Damarlara dolan toprak kokusunun hep ölümü çağrıştırdığı
Yaşamın, konuşulan en eski lehçesi
Gibi okunmayan, gibi tozlu, gibi gülünç

Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Diklendikçe, kendi rüzgarından başı dönen gurur
Yürüdükçe, yollardan pencerelere yükselen buhur
Çok şey görmüş geçirmişsin biliyorlar
Gibi ölüm, gibi aşk, gibi şiir

Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Akdeniz 1958.1.72, 60 kg.,
evli, karısı hamile, iki paket sigara.
sabah dokuz akşam yedi. - sahi ne vardı başka?
Evet, diyorlar ve ekliyorlar:
Önüne geleni öpme isteğiyle dolu bir insancıllık
Sonunda götürse götürse, çiçek götürür kendi mezarına
Gibi deli, gibi meczup, gibi seyda

Ve keçeuçlu bir kalemle yazıyorlar:
Doğacak çocuğuna ad düşünen nihilizm
Sabahın alacakaranlığında, bir uçurum önünde
bekleyen dirim
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar.


Öğüt

Duvarlardaki kurşun deliklerini
Çiçeklerle kapla artık
Eve erken dönersen iyi olur
Öyle çok düşünme geceleri
Yurdumuz, kimsesizlik, yoksulluk...

Birahaneler sigara dumanı,
Parklar, çimlere basmayınız
Yollar daha kalabalık
Bir şey eksik, bir şey eksik
Diye düşünmesen iyi olur
Bu şarkı kırık dökük
Nasılsa sensiz de bir son bulur.

Ama şimdi biliyor musun
Mezarlıklara yürü artık
Ne kadar genç ölü varsa
Ölüm tarihlerine bu günü yaz
Sonra ağlasan iyi olur
Sustuk, kendi içimize gömüldük
Anlıyor musun biraz...

 

Ölmek Yasak

Yaşamak, yeni bir emre kadar yasaklanmıştır.
Bundan böyle kimse soru sormayacak.
Şairlerden ve peygamberlerden
çekmediğimiz kalmadı bunca yıl,
başımıza gelmedik bela...
Tarih konuşuyor, dinleyin!
Kapılar sürgülenecek ve özellikle geceleri
kimse sokağa çıkmayacak.
Gelecekten ve güzel günlerden söz etmek serbesttir;
ancak, simge olarak "güneş" kullanılmayacak.
Herkes kimlik kartına,
kullanıldığı maske sayısını da eklesin.
Çünkü her biri için tarafımızdan vergi iadesi uygulanacak.

Şair konuşuyor:
- Ölmek, yeni bir emre kadar yasaklanmıştır!


Ölüm Bile

Ölüm bile geç kaldıktan sonra
Bütün ilkleri sona bırakmanın belki de tam zamanı
Ben herşey bir ırmaktır sanırdım
Bunun için günlükler tutmaya kalktım
Ve tarihleri karıştırdım nasıl da

Aldım şapkamı gidiyorum şimdi
İniyorum kentin çekirdeğine
kendime yeni dalgınlıklar buldum son günlerde
Dev yapılar, ufuk çizgisinin önünde birer parmaklık gibi
Kırmaya kalksam çocuklar uyanacak
Ben odama döneyim en iyisi

Öyleyse nice yağmur
Niye bir kız saçı gibi sokaklarda
Aynaya baksam kalbim görünür
Aklımda gitgide büyüyen yara
Bir ağacın en uzak dalı gibi sessizce çürür
Ölüm, evet ölüm bile geç kaldıktan sonra


Ölümün Sözlüğü

Yirmi dokuz çesit ölüm buldum, bir de sen düşün
Artık yağmur altında mı olur
Nasılsa gözyaşları yosun tutmaz
Bellek denen o orospu,
ardından koşturur da kimseyle yatmaz
Bir gün gidenler de unutulur

Kaç şiir yazdım ki ölümden söz eder
Kimi görsem "daha ölmedin mi",
der gibi yüzüme bakar oldu
Arapçaları, İtalyancaları, Türkçeleri ayıramasam da
Sıfat, fiil, ad, zamir
Ölümün sözlüğüne çalıştım, yıllar boyu

Ey fiilden türeyen ad
dudaklarıma yakışsan da,
bedenime bir türlü yakışamadın gitti
kulağa bunca hoş gelen bir sözcük olmasaydın şu Türkçede
Başka bir şair olurdum belki
Belki değil, kesin
Ölüm
ölüm
ölüm

Yirmi dokuz çesit ölüm buldum, bir de sen düşün
Aklın kesiyorsa eceliyle ölmek gibi
Ben yer veremedim bir türlü
Yakıştıramadım bunu Türkiye'deki ölümün doğasına
T.D.K. da kapatıldı işin kötüsü...


Öylesine Bir Aşk Şiiri

Gözlerin ipekyoludur ömrümün
Akasya yüklü kervanlar geçer
Çan sesleri arasında bir fener
Yanar söner yanar söner yanar söner
Gözlerini ipekyoludur ömrümün
Kentin en kalabalık yerlerinde
Dört nala koşan bir at gibi
Çılgınlığa akan yalnızlığa ölüme
Yazılmış şiirleri yeniden yazmak bütün
Hayatı teğellemek yepyeni bir güne
Ve sonra sökmek uzun uzun
Gözlerin ipekyoludur ömrümün
Yalnızlıktan gelir yalnızlıklara gider
Düşülür her şeyin altına bir tarih
Soluksuzum günlerdir geceler uzar
Yaşamak dünyayı ödüllendirmektir artık
Kendimi öldürdüğüm yerlerde beni kan tutar
Başıma gelecekleri bile bile yürürüm
Hilton Oteli'nde hu çekerim huu...
İşte hırkam ben de bir dervişim
Asamı vestiyerde bırakmak zorunda kalırım
Nescafeyi konyakla kardığım günler gecelerdir
Bakarım gözlerine eğnim silkelenir
Döktüğüm acılar yıllar kederlerdir
Alnıma bir avuç tuz atılır düşünemem
Konuşamam ağlayamam bağıramam
Neden gece her gecenin ardından gelir
Gözlerin ipekyoludur ömrümün
Gözlerin tarihçesi yaşayıp öldüğümün
Ihlamur ağaçları altında bir Saraybosna hatırası
Sen ben ve Deniz bir de rüzgarın örttüğü gençliğimiz
Sen ben ve Deniz. Sen ben ve Deniz...


Pax Romana

Uzlaştım... hayatın rengine kandım
İhanet mevsiminde eve çekildim
Çarmıhlar her sabah kapının dışında
Ben otobüslerin tenhalığıyla uğraştım
Uzlaştım... evde Pax Romana devri
Sabahın köründe oğlumun dirseğiyle uyandım
Hayat bu kadar kolaysa, ben ne boktan şairim
Her derde deva nasılsa yeni dünya düzeni
Uzlaştım... Ukraynalı bir sevgilim olursa yakında
Lâzımdır, her adama Eryaman'da garsoniyer
Bir de peynir, bir de ekmek, bir de aile saadeti
Şairler en çok sabahları yenildi
Ya da bu ülkenin beti benzi solduğunda
Uzlaşsam... Sanki? Bedenim kadar arsa kaparım
Rakıya birkaç buz daha atarım
Sirozlu bir devrimin kaptan-ı deryasıyım...


Penceremde Dolanma Ayışığı

Pencereme dolanma ayışığı
Rüzgarın soluğuyla titreye titreye
Ağaçların hatırını sor
- Yoksul ve kimsesizdirler
Denizlerin dibinde oynaşıp duran
Balıkların sırtlarını ışıt
Pencereme dolanma ayışığı
Gözlerimle sokaklara abandığımda
Yalnızlığı bulursam
Öksüz ve dağınık kitaplarımı bulursam
Odalarda, evlerde
Her radyoda yürek tellerini titreten
Bir türkü bağırırsa
Pencereme dolanma ayışığı
Rüzgarda el çırpan nehirleri anımsarım
Teninde keklik hoplatan kırları
Dallarında yeni gelinler gibi
İstekle kıvranan
Erikleri
Eski bir pikapta Theodorakis çalıyor
Bir gemi açılıyor Pire limanından
Çarpa çarpa dalgalarına
Dostluğun ve sevginin
Eski bir pikapta kardeşlik çalıyor

İç çekmeler ve bağırışlarla
Titriyor teller
Pencereme dolanma ayışığı
Özlerim bir dostu kucaklama duygusunu
Onunla ağlaşmayı sessizce
Özlerim bir çiçeği öperken
Toprağı öpüyormuşçasına sevinmeyi
Pencereme dolanma ayışığı
Yorgunum
Pencereme dolanma ayışığı bu gece


Röportaj

Ben bu şiiri daha önce hiç yazmadım
Kalemler ağladı, ben yazmadım
Gittim bir sürü saçmalık yaptım
Bir zaman ölüme taktım aklımı
Yağmurlara, denizlere, sorulara, aşklara ve daha pek çok şeye
Çevremde hiç akranım kalmadı sonra
Elim, ayağım, kalbim, aklım sobe!
Yalnızlığın resmine bir fırça da ben attım
Dönüp bir daha attım
Futbol maçlarına belki ufuk çizgisini görürüm diye gittim
Kadınlara, kızlara askıntı oldum bir ara
Deliliğime kılıf olsun diye hep sarhoş gezdim
Enlemleri, boylamları birbirine düğümledim
haritalarda...
Ne soracaksan sor artık
Bay gazeteci, elindeki kağıda bakmadan ama
Gez, göz, arpacık
Patlasın flaş.

 

Sela

Gökyüzünde akan tek kişilik bir uçak gibi
Devletin hava sahasını daraltan
Böylece geçtim ölümlerden, altyazılı bir şiirde
Kötü bir çeviriyle kendimi aldataraktan

Otuzlu yaşlar intihar yaşlarıdır
Ömrümüzün gazeli savrulur soluğumdan
Musluklar bozuktur, kadınlar şikayetçi
Bir küçük rakının, üç günlere bölündüğünü hatırlatan

Ve şairlerin selaları yükselir meyhanelerden
Çünkü otuzlu yaşlar intihar yaşlarıdır

Gitsem, kayıt mı olsam seçmen kütüklerine
Yoksa avluda uyuklayan köpekle mi helalleşsem...


Sesim Boğuk Çıkıyorsa Da

Sesim boğuk çıkıyorsa da
Aldırma
Nice dağlar kırdı onu
Nice denizler
Savurdu
Sesim boğuk çıkıyorsa da
Aldırma
Artık bir şeyler yapmanın
Zamanı geldi
Bazı şeyleri kırıp dökmenin
Bir kentin sokaklarını
Yeniden keşfetmenin
Özlemleri, çocukluk günlerini
Bir yağmur altında bırakmanın
Zamanı geldi
Sesim boğuk çıkıyorsa da
Aldırma
Nice anılar yordu onu
Nice özlemler böldü
Sesim boğuk çıkıyorsa da
Aldırma

duyuyorsun ya...


Sevda Şiirleri

Burada bitiyor bir sevda, yenisi nerde
başlar; ya da başlar mı bilmem?
Kendi derinliğiyle dolan bir kuyu mu
yüreğim; kendi boşluğuyla yetinen?

Burada bitiyor bir sevda, ele avuca
sığmayan kederler, kimi gülüşler ve bir
o kadar da unutulmaya yatkın anılar
bırakarak geride; belki birkaç da şiir...

Sürüp gidecek yaşamım, kimi yerlerde
sanki yeniden okur gibi bir romanı
ve gülümser gibi yine aynı şeylere
sıkıntılı, dalgın; çoğunlukla acılı.

Burada bitiyor bir sevda, kaldım işte
yine dağlar, uçurumlar arasında birbaşıma.
Burada bitiyor bir sevda, önsöz gibiydi
bir çağrıydı, daha nice yeni sevdaya.


Sıkıntı

Yağmur eritti elimi, yüzümü
Bu dünyada bir yürek kaldım
Acılar burdu düşlerimi
Kanıksanır oldu ölüm denen şey
Şaşırdım, ürktüm, ağladım.

Bu iş de burada biter
Yarın bir bilet almalıyım
Nerede olursa olsun diyerek
Geceyarısı kayıp giden trenler
Uykularımda koca bir engerek
Kendimi ölümün olmadığı
Bir dünyada bulmalıyım
Yorgunluğumu, tedirginliğimi
Boynumdan bir kement gibi çıkarmalıyım.

Yağmur eritti elimi, yüzümü
Bu dünyada bir yürek kaldım


Son Damla

Her bardağı taşıran bir son damla vardır
Toprak gelince ölümle, meyhanelerde bir koltuk daha azalır
Damlaya damlaya gider Ahmet Erhan, sel olur gelir ölüm
Hayat buysa eğer, meğer ki aldatılşım

Yalnızım... sokağın zulasında bir köpek gibi kaldım
Islak bir köpek gibi ancak sabahla ayılır
Sürüklene sürüklene götürülür Ahmet Erhan
Komiserim, tebdil-i hayatta şiir vardır

Şimdi bir ölsem ve artık hiç konuşulmasam
Çocuğumun belleğini kefenimle silsem
Anlamam ki nicedir yaşım murada ermiş dölüm
Neden her çocuğun ille de bir bir babası vardır

Oğlum, zaman ağır, gün ağır, gece acıya aşinadır.


Sunu

Bedenini bir dünya haritasi gibi dizlerime
Serip de, yollar aradım yürümek için

İçime çekmek için hava, koklamak için çiçek
Ve bir kadın, yaşamı benimle bölüşecek

Sevdiğim şeyleri sevecek, bir incir ağacından
Damlayan süt dolarken memelerine

Çocuklar doğuracak, kara gözleri
Dünyaya bıkıp usanmadan sorular soran

Kendiyle yüzleşmekten çekinmeyen, doğayla
Ve insanla sonuna dek barışkın...

Yüzünü ak bir kitap gibi ellerime
Açıp da, umutlar aradım yaşama ilişkin

Uçurumların yamacında kök salacak ağaçlar
Boğulanlara uzanacak bir kol belki

Bunun için sevgilim, seninle başlattım bu şiiri.


Şair

Gözyaşım katmerlenir avucumda
Bir gül açar delimtrak
Kalbim göğsümdeki payanda
Bu gece sarılıp yanyana yatsak

Yalnızlığı suvaran şu sokaklar
Tekil ayakseslerinin çoğul sessizliği
Ülkenin damarlarına ekmişler
Bir ölçek korku, bir ölçek ölü gözü

Ve Türkiye'de şair olmak
Her ahval ve şeraitte gülünç bir şeydir
Çünkü vatanın bütün kaleleri zapt olunmuş
Ve bütün tersanelerine girilmiştir

Yağmurum kalakalır kapımda
Yarımyamalak bir hüzün rakıyla çiftleşir
Salas meyhanelerde yüzler morarınca
Yalnızlığım aklanır, süt gibi olur.

Ve Türkiye'de şair olmak
Gerçekten gülünç bir şeydir: Kutuplarda yangın!
Kalbim, bugün başka biriyle çıkma
Kötüyüm dalsızım duraksızım...


Şair Olmak Zarar Ömüre

Şiirler yazdım, türküler söyledim
En çok birilerini sevdim, en çok
Aynalara sürdüm yüzümü olur olmaz yerde
Dişimi çiçeklerle biledim

Yorgunum diyorsam da inanma, değilim
Yaşarım daha yıllar yıllar
Ellerim hep böyle yaramın üstünde
Acının tarihini düşerim

Işık karanlıktır nice
Ayırabilirsen ayır elin erdiğince
Ben bildiğimi söylerim
Şair olmak zarar ömüre...


Şair, Dünya Sana Küsmüş Diyorlar

Şair, dünya sana küsmüş diyorlar
Sen barışamazken kendinle bile
Her varlık beyninin bir uzantısı olsa, neye yarar
Çığrından çıkmış bu evrende?

Doğanın bir anlık dalgınlığından doğdun
Suyun, toprağın yalnızlığından
Hep kendi içinde yürür durursun
Tanrıların gücenik kalması bundan

Kumdan kaleler yapıp, bozmakta üstüne yoktur
Beş duyunu yüzle çarptığın görülmüştür
Şimdilik yirmidört bilinmeyenli bir denklem
yaşamın
Bir gün elbet aylara, günlere de bölünür

Şair, dünya sana küsmüş diyorlar
Enlemleri, boylamları birbirine karıştırdığın için
Bizimle uzlaşmadı, diye bağırıyor dinibütün olanlar
Sonun kötüye varacak, bildiririm...


Türkü

Uyandım, dağlarda duman
Ovada sabahın tütsüsü

Deniz ürperiyor uzaktan
Koynunda güneşin gülü

Kanat kanat dağılsam
Unutmam kendi göğümü

Gelirsin bana sulardan
Yüzünde yosunların tülü

Yaşamak, seni seviyorum
Demenin başka türlüsü..


Uçurum

Aklımda kayalar kopuyor, duvarlar yıkılıyor
Yüreğimde, kuruyan bir ırmağın yatağındaki
boşluk
Ayak izlerimi bırakmaya çalışıyorum taşların
üstünde
Kimsenin arayıp bulamayacağı bir adresim var artık.
Dostlar da çekilip gidiyorlar hayatımdan
Yürüdükleri yollarda arıyorum anları,
Sevdikleri kıyıların gözlerinde
Kendi sularınca boğulan bir denizim ben
Kendi taşlarınca zapt edilen bir kale
Başımı avuçlarıma alıp sıksam ne olur
Çıkarabilir miyim beynimdeki o kara suyu?
Bir çiçek tarlasına dönüştürebilir miyim?


Umut

Usul usul geceleyin
Sirenler duyarsan derin
Kapını gökyüzüne dayayıp da bekle
Yolunu şaşırmış bir yıldız düşer belki üstüne
Başını yastığa göm
Yüreğini ayışığına ayarla
Yorganına sıkıca sarın
Derin bir nefes al
Ve sakın ağlama...


Uykusuz Leyli

Leyli okudum ölümün okulunu
Beştaş oynayarak yıllarla
Yüzümde mecburi hizmet solgunluğu
Uçkuru düşük bir acının ayazında

Leyli okudum... aklım karışık, bıyıklarım gürdü
Ömrünü parselleyip, alkole imar izni çıkartmakla
uğraşan
Bir memur, dayardı yüzüme yüzünü
uzun uzun içerdik her akşam

Leyli okudum ölümün okulunu
Ben çalışkanıydım intiharların - ip, ilaç ya da
sınıfta kaldım, okşadım diye oğlumu
Tayinim çıktı hayatın doğusuna...


Veda

Yitirdim cebimdeki bütün adresleri
Yağmurlar, yağmurlar ortasında kaldım
Aklımı boğacak o selleri
Ben kendi damarlarımda yarattım

Artık ne bir satır yazı, ne de bir selam
Tek kişilik bu oyunda rol alabilir
Gitti bütün seyirciler, boşaldı salon
Geride kalan yalnızca, yalnızca maskelerdir

Eli naylon güllü o dostlukların
Bir tek anısı ve sızısı yok içimde
Yitirdim cebimdeki bütün adresleri
Kendimi kazandım bir başka biçimde...


Yağmur, Ağıt Yak Arkamdan

Yağmur, ağıt yak ardımdan
Karanlık sokaklar boyunca
Ben yurdumun özoğluyum
Kimseler yanmıyor bana

Yaprak yaprak içimde yalnızlık
Onun dalları dünyadır
Kendi göğümde bu sürgünlük
Bedenimdir ona tek sınır

Kimsenin bir şey söyleyeceği yok
Ben susarsam, konuşmazsam
Acı bile sustu artık
Yağmur, ağıt yak ardımdan...


Yağmurda Ölürüm

Yağmurda ölürüm, su çeker bedenim
Bir yeraltı ırmağı olur gömülünce
Ben bu dünyada bir tek hayat’ı Sevdim
Karşılıksız aşkların lümpenliğince

Yağmurda öleyim, su çeksin bedenim
Sokağın ortasında serseri bir ağaç gibi
Anlasan, sen anlardın kalbim
Göğün toprağa akıttığı o şehveti

Yağmurda ölürüm, kağıda yine zam gelir
Ben uzun uzun üşürüm ıslaklığımdan
Su ve kan! Görüp göreceğim budur
Rivayet olunur kim, suyun kanı yıkadığından

Yağmurda öleyim, su çeksin bedenim
Kan! En dayanıklı tüketim malımızdır, onu kimse yıkamaz

Dolar, Mark, İMKB, Altın, Hisse Senedi...
Kalbim, kanla yıkananlar bir daha onmaz.


Yalnızlık

Yalnızlık, yalnızlık
Bari sen elimden tut
Geceyarısı aynalarda
Suçlu ve ezik
Gözlerim kan çanağı
Cinnete dönüşen bir dinginlik
Duruyorum karşında

Şarap taşlaşıyor
Midemde ve beynimde
Mavi mavi tüten sigara
Giderek mora çalıyor
Yalnızlık, yalnızlık
Bari sen elimden tut
Suflör kullanma
Dost seslerini dudağınla ısıtıp
Gece, hep aynı gece
Karbon kağıdıyla çoğaltılmış
Gibi kara ve soğuk

Ellerim, beynime alkol serpiyor boyuna
Niye böyle, neden
Sormuyorum artık
Yalnızlık, yalnızlık
Bir kez olsun kuğuların türküsünü
Tersinden söyleyeyim
Ölümse ölüm
Yaşamsa yaşam
Ayna, hep ayna, ayna...


Yasa

Uyan kalbim
Ayrılık zamanı geldi
Tokatlıyor rüzgar
Sarsak bedenimi

Geceler mi uzun
Ben mi yoksulum
Ekmek şarap ve şiirle
Geçiyor günüm

Uyan kalbim
Ayrılık zamanı geldi
Ölüm, ölsün artık
Ben olayım son ölü

Sokak bir ilmek gibi
Sarıyor boynumu
Yanlış yaşayanlar, doğru ölecek
Benim yasam bu.


Yaşama Sevinci

Bütün güzel kadınlarını bu dünyanın
Sevdim, diyebildiğim zaman
Bütün kentlerini gezdim, denizlerine girdim
Ve artık bir tek taş kalmadı tanımadığım,
bir tek yüz, bir tek yer adı
Söylenecek bütün sözleri dinledim ve söyledim
bütün söyleyeceklerimi
Acının bütün uçurumlarına indim ve çıktım
sevincin bütün dağlarına
Bütün çiçekleri kokladım ve kopardım
bütün meyveleri dallarından
Ismarladığım yağmur, savrulmadığım yel
kalmadı...

Bütün haklı kavgalarında dünyanın
dövüştüm, diyebildiğim zaman
Okudum bütün kitapları, bütün şiirleri yazdım
Ve topladım bütün dillerin en güzel sözlerini,
sıraladım tek bir sözlükte
Bütün mayınları, bütün dikenli telleri
ayıkladım sınırlardan
Ve bir tek zorba çıkmadı önüme.
Bu dünyada acı çeken tek bir insan yoktur,
diyebildiğim zaman
İşte o zaman ölebilirim.

Toprağımda bir çığlık olur da büyür
yaşama sevincim...


Yolcu

Akdeniz kazan,
yüreğim kepçe
dönüp, dolaşıp durdum
turuncu sokaklar
boyunca.
Elimde bir mavi
çiçek kaldı.
Ben soldum,
o solmadı


Yurdum Gibi Yaralıyım

Yurdum gibi yaralıyım
Ne eksik, ne fazla
Berin bir uçurumum
Bütün haritalarda

Geceleri çığlıklar
Giriyor düşlerime
Dirlik nedir bilmedim
Yalan yanlış tarihimde

Yurdum gibi yaralıyım
Dünyaya karşı ben
Yılar değil yıllar, umudumdur
Sessizce küllenen...


Zamanı Oy, Sesini Sakla

Zamanı oy, sesini sakla... unutulmasın
Tarih düşür her yazdığının altına
Aynaya bak, yüzünü göm... unutulmasın
Bir gün küllerin savrulur nasılsa

Bence sen, bir günlük tutmalısın
Solgun güller kurutarak yapraklarında
Yağmurda yürü, izini koru... unutulmasın
Toprağı eşeleyen çocukların avuçlarında

Şimdi kentlerin yalın-kılıç yalnızlığındasın
Geçtiğin kırmızı, durduğun yeşil... unutulmasın
Dimdik önündesin bir fotoğraf karesinin
O fotoğrafta hiç sarı kullanılmasın

İyi çocuk ol, acınla büyü... unutulmasın...


21618 ziyaretçi
 
Haftanın Sözü:

Bir insanın akıllı olmasına birşey dediğimiz yok. Yeter ki; aklını başkalarına kabul ettirmeye çalışmasın.
  (Eflatun)







 
Genel Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol